Çoğu zaman trendlerle , süslenmeyle ve estetik tercihlerle ilişkilendirilen moda aslında hiçbir zaman bu kadar yüzeysel olmamıştır.
Giyinmek sadece bedeni örtmekten, imaj sunmaktan ziyade kim olduğumuzu ve bazen de neye karşı olduğumuzu dışa vurmamızı sağlar.
Kıyafetler estetik beğenilerimizin bir nesnesi olmaktan çok toplumsal iktidarın insanları şekillendirmede kullandığı bir araç ya da başkaldırının bir simgesi olabilir.
Moda içinde bulunduğu sisteme göre sosyal sınıfları ayrıştırır, cinsiyetleri kaltegorize eder, ahlaki ve etik değerlerleri kodlar.
Bunun en büyük örneği İtalya’da Mussolini’nin faşist rejimi olabilir. Hükümet sadece siyaseti değil günlük hayatta her alanı kontrol altına almak ister. Kadının bedeni de bu durumda artık devletin de disiplin altına alabileceği bir nesneye dönüşür.
Sınırlı renk ve boy seçimi olan, feminen ama sade, gösterişsiz kıyafetler; kadınların sessiz uysal, erkek için ideal eş, devlet için üreyen beden imajına uygun olarak gösterilmiştir.
Hatta batıdan gelen moda akımları ve kumaşlar bile yasaklanmıştır.
Çocukluğunu bu dönemde geçiren Muccia Prada ilk koleksiyonunu bu dönemi ve kadınlar için biçilmiş rolleri eleştirel bir belleğe dayandırarak podyumda gösterdi.
Kullandığı soluk renkler, biçimsiz kesimler, yeterince “feminen” görünmeyen tasarımlar, askeri detaylar, hatta yüksek topuklu ayakkabıların o zamanda çok popüler olmasına rağmen sadece düz taban kullanılması eleştirmenler tarafınan “çirkin” bulundu.
Fakat Muccia Prada’nın amacı güzel olanı sunmak değil, modanın geleneksel anlayışını sorgulayan politik bir yaklaşımla hareket etmekti.
Kısaca bu koleksiyonda çirkinlik, sessiz bir isyana; Prada’nın geçmişindeki faşist rejime olan kini, bir hesaplaşmaya dönüşmüştür.
Prada minimalizmle beraber tabuları yıkarken diğer taraftan maksimalizmle yani fazlalaığın estetiği ile Susan Sontag modada bir devrim yaşatmıştı.
2019 Met Gala’nın da konusu olan Camp Makalesi ile güzelliğin tanımını sorgular, ironi ve absürdlükle, belirlenmiş kalıpların dışına çıkar.
Cinsiyet rolleri klişelerini tiye alır.
Lüks görünümü ucuz hale getirerek alay eder
Fazla tüy, fazla makyaj, abartılı silüetler… Prada’nın aksine sessiz değil, daha gürültülü bir isyan şeklidir Camp.
Sistemin zorladığı kalıpları, rolleri süsleyerek, abartarak sahneye koyar böylece ne kadar yapay ve sahte olduğu anlaşılır.
Bu Camp estetiğine en çok uyan tasarımcılardan biri olan John Galliano, defileleri tiyatro gibi daha masalsı aynı zamanda çarpıcı bir şekilde sundu.
Alexander Mcqueen ise korku ve arzu arasındaki ince bir çizgiden ilerledi. Highland Rape gibi koleksiyonlarında travmatik olayları yoğun fakat sanatsal bir şekilde sahnelemişti.
Modada bir başka tabuyu yıkan olay ise Marilyn Monroe ve patates çuvalı elbisesiyle yaptığı çekim.
Olaylar gazetecilerin Marilyn için sadece güzel ve pahalı kıyafetler giydiği için güzel gözüktüğünü söylemesi üzerine Marilyn’in ucuzlukla ilişkilendirilen, kıyafet bile olmayan patates çuvalıyla poz vermesi ile gelişir.
Marilyn bu hareketiyle güzelliğinin öznesinin kıyafet olmadığını ayrıca modanın sadece tasarımlardan değil de onu taşıyan bedenle birlikte var olduğunun mesajını vermiş; lüks olmayan ve moda-dışı olan bir şeyi bile ikonik hâle getirerek güzelliğin sadece pahalılıkla ilgili olduğu görüşleri yıkmıştır.
Sonuca gelirsek moda sadece görsellikten ibaret değildir. Toplumla bazen sessizce, bazen gürültülü bir şekilde, bazen gizlenerek, bazen durumu ironikleştirerek, bazen de sadece bir patates çuvalıyla iletişim kurabilir.
jun takahashi mind control